Star
Wars izliyorum bu aralar. Öyle çok da ilgimi çeken bir şey değil
fantastik sinema ama daha önce de bahsetmişimdir, bu
yaz katıldığım bir ders vardı ‘sinemada mitolojik
yapı ve hikaye anlatıcılığı’ diye. Hele ki ders Boğaziçi’nin
muhteşem kampüsünde olunca bendeniz büyük bir zevkle gittim.
Zaten öğrenci olan ruhum kendini birden fantastik sinema dünyasında
ve 559c otobüs saatleri tabelasında buldu.
Bir
derste kılıçtan bahsetmişti hocam. Kılıç, mitolojik hikayede
kahramanın iradesini temsil eder. İyilik için de kötülük için
de kullanabilirsin. Ta ki gerçekten kullanmayı öğrenene kadar…
Ve zaten kahramanın yolculuğu da o öğrenme sürecinde başlar.
Zaaflarını görür, karanlık taraflarıyla yüzleşir, gücünü
de görür ve yoluna devam eder.
Ben
hayatta her şeyde yaptığım gibi bu bilgiyi de gündelik hayatıma
indirgeyip düşünmeye başladım. İyilik veya kötülük için
kullanacağım tek bir kılıç var elimde. Peki bu ayrımı ne ya da
kim belirliyor?...
Birisi
için iyilik olan, başkası için kötülük değil midir?
Bu
yazımda bu kavramları etik anlamda tartışmayacağım. Öyle bir
derdim yok.
Ama
kendimden yola çıkarak ‘kendi yaşamım ve ilişkilerimdeki
yansıması nedir?’ i paylaşmak ve sorgulamak istiyorum.
Yoga hayattaki tek doğru ve tek çıkış
noktası değildir elbet ama ben bu deneyimden geçtiğim için
genelde yogadan veya meditasyondan bahsediyorum. Bence insan hayata
dair bilgiyi herhangi bir şeyden alabilir. Bu evlilik olur, çocuk
sahibi olmak olur, ilişkiler olur, yemek olur, sinema olur… Yeter
ki kendisini görmeye hazır olsun- o ya da başka türlü çalışmalar
benim rehberlerim oldu uzun bir süre.
Bu
rehberlerle sürekli bir gözlem haline giriyor insan.
Yani
ben öyleyim açıkçası. Her şeyi ama her şeyi gözlemleme
halindeyimdir. Bu benim matematikçi kafa yapımdan daha da kötüsü
istatistik eğitimimden de kaynaklanıyor olabilir. Ama hayattaki
herkesin ve her durumun kendimizle ilgili şeyleri görmemiz ve fark
etmemiz için evren tarafından yaratılmış birer senaryo olduğunu
düşünüyorum. İşimiz, aşklarımız, yakın arkadaşlarımız,
çatışma yaşadığımız insanlar, tepkilerimiz, her şey bizim
bilinçaltımızın hayata projekte ettiği ve kendi
geçmişimiz, karmamız ya da bilinçaltı dünyamızın
gölgeleridir.
Öğrenmemiz
gereken ne ise senaryo ve karakterler ona göre çıkıyor karşımıza
ve mevzuyu anlamadıysak sürekli tekrarlıyor. İlişkileri düşünün
mesela; birbirinin aynı karakterlerle ya da durumlarla tekrarlanan
ilişki yaşamayanımız var mıdır? Hayatımızın bir yerinde
durup, “Ne oluyor arkadaş? Ben niye hep beni terk eden
adamları seçiyorum?” ya da “Ben niye beni aldatan
kadınları seçiyorum?” dediğimiz olmuştur elbet. Ya da her
iş yerimizde bize karşı süper anlayışsız bir yönetici
ile karşılaşmışızdır ara ara.
Neyse
bu başka bir yazı konusu ama sanırım anladınız ne demek
istediğimi.
Geri dönelim ışın kılıcına…
Dedim
ya, benim hayatımda her şey bir gözlem hali. Tabii bu bazen çok
yorucu bir süreç oluyor. Sürekli bir farkındalıkla yaşamak ve
bu öğrenmemin, fark etmenin hayatta hiç bitmediğini anladığımda
yalpalıyorum bazen. Beni dibe çeken ritüellerime dönüyorum:
Birkaç kadeh içki, ara ara içilen sarma sigara (tabii organik;
değil mi ama, bir yogacı organik tütün içer! …:))
Ama
sonra o da geçiyor, eski zamanlardaki kadar sürmüyor. Artık
kendimi daha iyi anladığım için hangi duygu durumunda mağarama
gitmek istediğimi biliyorum. O ‘ruhsal acı çekme’ nin tadını
da hatırlıyorum. Ama artık o hazza ihtiyaç duymuyorum. Oraya
şöyle bir gidip selam verip çıkıyorum. Eskiden olsa daha çok
kalırdım.
Neyse…
Asıl anlatmak istediğim başka bir mevzuydu ama gördüğünüz
gibi mevzuya giden yollar yine benden geçti. Benden geçmeyen, bana
dokunmayan ve beni değiştirmeyen hiçbir bilgiyi kıymetli
bulmuyorum. Tabii bu cümlenin öznesi ve bilgi çeşitliliği tüm
insanlara göre değişkendir. Her bilgi bir başkası için
dönüştürücüdür. Herkesin şifası başka bir yerdedir.
Dönelim
ışın kılıcına. Hatırlayalım; ışın kılıcı iradeydi ve
benim bu yazımda anlatmak istediğim haliyle o kılıç iyilik ve
kötülük ayarı olan bir arkadaştı.
Ve
peki bu ayarı kim ve nasıl belirliyor?
İyilik
nerede başlıyor? Benim için iyi olan bir şey başkası için de
iyi midir? Benim fikrim ya da benim yolum sana da iyi gelecek diye
başkasını zorlamak o kişiye saygısızlık değil midir? Hatta
daha da ileri götürelim bu soruyu; zorbalık değil midir?
Yeni
yoga hocası olduğum zamanlar her çaylağın aydınlanma
merdivenlerinden biri olan “Ayyy ben
yapıyorum, bana çok iyi geliyor, siz de yoga yapın, bütün dünya
yapsın, hatta yapın da yaptırın. Ayten Teyze haydi,
bakkal amca sen de buyur. Çocuklar, gençler, kuşlar, haydi
yogaya!” aşamasından tabii ben de geçtim.
Hele
ki tatlı dilim, yumuşak ses tonum (biraz iltifatın bir zararı
olmaz be annem) ve o zamanlar çok da farkında olmadığım,
insanları manipüle edebilme özelliğimi yakın çevremde
arkadaşlarım ve sevgilim üzerinde kullanıyordum farkında
olmadan.
Sabahın
7’sinde neşe ve hayat coşkusu içinde uyanıp, Mezzo Tv’den
klasik müzik konserleri açıp beraberce yoga yapalım sonra da
kırlarda koşalım heyecanımı bir süre sonra hiçbir yakın
arkadaşımın yoga yapmıyor olması durdurdu neyse ki.
Uzun
süre de yapmadılar. Ne zaman ki hayatlarını
kendileriyle ilgili sorgulama ihtiyacı duydular, işte o zaman
başladılar yoga, meditasyon ya da aile dizimi uygulamaya.
Doğru
olan da buydu zaten. Buna kendilerinin karar vermesi ve ihtiyaç
duyması.
Tabii
taze hoca coşkusu hallerimde kötü bir niyetim yoktu. Sadece bende
işleyen, bana dokunan ve hayatımı dönüştürmeme yardımcı olan
bilginin başkalarına da dokunmasını istiyordum. Böylece dünya
daha iyi bir yer olacaktı. Hepimiz daha mutlu olacaktık. Hayattaki
sorunlarımın kaynağı tabii ben değildim; etrafımda yoga
yapmayan insanlardı. Hele onlar bir dönüşsündü, o zaman beni de
anlayacaklardı…
İyilik
yapmaya çalışıyordum. Ama bunu yaparken herkesin gelişiminin,
hayattaki öğrenme sürecinin ve karmasının farklı olduğunu ve
bir bilgiye, farkındalığa ancak kendi hayatında bir yıkım
yaşadığında yada artık döngülerin tekrarının onu daha fazla
adım atamayacak hale getirmiş olması gerektiğini henüz
öğrenmemiştim. Çok okumuş ve duymuştum belki ama ben de o
yıkımı ve derin sorgulamayı henüz yaşamamıştım ve tüm bu
öğretileri ruhumda hissetmemiştim ve olgunlaşmamıştım.
Ve
iyilik adı altında aslında zorbalık yapıyordum…
Bakın
kendi hayatınıza; göreceksiniz: Bir başkası şunu yapsa çok iyi
olur dediğiniz an ışın kılıcınızın iyilik ışığı yanıyor
demektir. Kılıç bu
ne
de olsa; iyilik ve kötülük kavramı sırt sırta onda. Sonuçta
görevi yok etmek…
Başkası
adına karar vermek onun alanına tamamen saygısızlıktır. Kendi
şişkin egomuzun masum görünen bir yansımasıdır.
Başkasını kurtarma ihtiyacımızdır. “Onu kurtarırsam ben de
kurtulurum ve böylece kendi dertlerime bakmam gerekmez” in başka
bir versiyonudur.
Ben
yogadan, hocalıktan örnek verdim ama hayatın her alanında
yaptığımız bir şey bu. Çocuk sahibi olmadan çocuk yetiştirme
konusunda birilerine ahkam kesmek, birinin hayatıyla ne yapması
konusunda onu uyandırmaya çalışmak ısrarı, kimin için neyin
iyi neyin kötü olduğunu ben biliyorum pervasızlığı…
Diyeceğim
o ki; yoga hocası da olsanız, bilginiz, deneyiminiz çok
da olsa bazen öğrencinin kendi yolunu bulması için alan tanımak
lazım. Onun öğrenme sürecine, hayattaki karmaşasına saygı
duymak lazım. Bizimle farklı deneyimliyor olabilir ya da yaptığımız
dersi sevmemiş olabilir, eleştirebilir… Biz sadece o matın
üzerindeki insanlardan bir süre önce başladık yolculuğumuza. Ve
kendi deneyimimizi paylaşıyoruz...
Tek
farkımız bu. Kimseye yardım etmek ya da kurtarıcısı olmak gibi
bir hayat amacımız olmamalı. Yani benim yok açıkçası.
Ben o kolektif alanın bana öğreteceği şeylere kendimi koşulsuz
açmış durumdayım ve bunu da insanlarla beraberce deneyimliyor
olmaktan sonsuz keyif alıyorum. Tabii bir hoca olarak
sorumluluklarımı kucağımda taşıyarak. Güvenli bir ders yapmak
en büyük sorumluluğum.
İstiyorum
ki öğrenci yanlışı, doğruyu biraz da kendi kendine öğrensin.
Bir kerelik ayağını 90 dereceye çevirmedi diye bir şey olmaz ve
hatta bakarsın o kere de kendine dair bir şey keşfeder.
Ama
bu benim bakış açım. Sizinki farklı olabilir.
İşte
böyle
Namaste