Biz yogacılar biraz garip
insanlarız. Nasıl derseniz? Her şeye
deneyim olarak bakarız. Yani yaşadığımız acı, tatlı, az tatlı ne olursa olsun acaba
ne anlatıyor diye bir düşünüp, birde o açıdan bakarız kendimize.
Ben bunu çok rahatlatıcı
ve aynı zamanda özgürleştirici buluyorum ama elbette öğrenmesi çok zaman
alıyor.
Dün akşam verdiğim bir
“Yin Yoga” dersinde Sarah Powers’ın kitabından bazı bölümler okuyordum,
duygulardan bahsediyordu. Pozların içindeyken oluşan duygulardan… Yin
derslerine katılıyorsanız bilirsiniz bazen tüm o uzun ve ardı ardına yapılan pozlarda
kalmak aniden yoğun hisler ve duygularla baş başa kalmanızı sağlayabilir. Yani bir
poza girdiğinizde sabit duruşa yerleşene kadar biraz fiziksel olarak
zorlanırız.
Misal o gün trafikten
çıkıp gelmişseniz, sevgilinizle tartışmışsanız, evinizde otururken birden gaz
yemişseniz, sabit alana girmek zihin için biraz zor bir durumdur. Ama nefesle,
bir süre sonra bu duygu durumun değişeceğini bilerek hareket ederseniz, belki sizi
yönlendiren hocayla etrafınızdaki kolektif enerjiye teslim olmaya başlar ve
yavaş yavaş o akış içine akmaya başlarsınız. Ve beden rahatlamaya başladıkça
zihin de sessizleşir biraz.
Paul Grilley’e göre, yoganın etkisi daha doğrusu iyileştirme ( healing)
süreci burada başlıyor ve önce kendisini fiziksel seviyede gösteriyor. Dolayısı
ile bir pozda hissettiğimiz rahatsızlık, bizim o gün ki deneyimimize bir
çağrıdır aslında...
Benim için verdiğim yâda
katıldığım her ders bir yolculuk, bir deneyimdir. Son günlerde “Boğaziçi
Üniversitesin de”, büyük bir heyecanla
misafir olarak katıldığım “Sinemada Mitolojik Yapı ve Hikaye Anlatıcılığı” diye
bir ders var. Derste ki heyecanımın asıl kaynağı Joseph Campbell ‘in “Kahramanın Yolculuğu”
sürecinin sinema ve hikâye anlatıcılığı bazında inceleyebiliyor olmak. Çok
deneyimli ve mitolojiye ayrıca sinemaya büyük bir tutku ile bağlı bir eğitmenin
dersi veriyor olması, hem başka bir alanda ders veren biri olarak hem de
öğrenci olarak beni oldukça etkiliyor. Özellikle tüm öğretilerin birbiriyle
bağlantılı olduğunu görmek de…
Ve
hocam konuştukça ben anlattıklarını kendi yoga maceramda tekrardan
anlamlandırıyor ve görüyorum ki hayatın her alanında insan kendi gerçekliği ile
karşılaşabilir ve bunun için pek çok araç var; yoga, sanat, sinema, mitoloji.
Neyse
efendim gelelim Yoga da Kahramanın yolculuğuna. Dedim ya bu yolculuktaki ilk
adım maceraya çağrı.
Bir
poza giriyoruz ve böylelikle o pozun hikâyesi ve kendi maceramıza çağrımız
başlıyor. Burada fiziksel rahatsızlık başlıyor. Alışkanlıklarımız, konfor
alanlarımızın dışına çıkacağımızı hissedip hemen tepki veriyoruz ve hemen zihin
devreye giriyor; rahatsızım, sıkıldım, oda çok havasız, sınıf kalabalık. Ve
böylece o çağrıyı reddetmeye başlıyoruz. Bu da yolculuktaki 2. adım
oluyor.
Bu
yolculuk mitolojide bir hikâye anlatırken kullanılan toplam 12 adımdan oluşan
bir süreçtir.
Mitolojik
hikâyeler pek çok seviyede evreni, hayatı anlamak, kendimizle bağlantıya
geçmek, toplumların ilerlemesi ve değişmesine katkıda bulunmak ve kendi
hikâyelerimizi gözden geçirerek çocukluktan taşıdığımız bağımlılıklarımızın
farkına varıp artık birer yetişkin olma sorumluluğuna belli krizler ve testleri
geçerek kendi hikâyelerimizin karamanı olmamız için bize yol gösteren
hikâyelerdir. Pek çok kültürde benzer hikâyelerin anlatılması ise insan olarak
kolektif bir bilinci taşımamızla ilgilidir. Ben bu bilince “karma bilinç” demek
istiyorum.
Mitolojiye
ve hikâye anlatıcılığına olan hayranlığım ve bunun sinemadaki etkilerini
inceleme yolculuğum devam ettikçe sizlerle de bunu paylaşacağım ama şimdi geri
dönüyorum bir yogi olarak kahramanın yolculuğuna.
Pozda
oluşan o duyguyu reddetme aşamasında bir mentor ve hoca giriyor devreye
ve aynı deneyimi bizden daha önce yaşadığı ve kendi hayatında uygulayıp, kendi
dönüşümüne gözlemci olduğu için bizi de rahatlatan ve yönlendiren sözlerle “o
duygu ortaya çıktığında onu sadece izlememizi” söylüyor. Ve işte o anda derin
bir nefes alıp kalmaya başlıyoruz. Önümüze kendi maceralarımızın kapıları
açılıyor ve orada ilk eşiği geçiyoruz. Bu eşik yolculuğa başladığımız
poza girmeden önceki sıradan dünyamız; alışkanlıklarımız, konfor alanımız,
egomuzu var o dünyada. Biz artık o eşikle yepyeni bir dünyaya adım atıyoruz.
Var olan duyguların, hislerin bizi kendi gerçekliğimize, karmamıza
bilinçaltımızın karanlık köşelerine inmesini izliyoruz.
Bundan
sonra ne mi olacak; mağaralara gireceğiz, testlerden geçeceğiz, ejderhalarla savaşacağız,
değişip dönüşerek (ki bu da ödülümüz olacak ) hayatımıza geri döneceğiz.
Sonuç
olarak benim için de her türlü çalışma, her ders, her bir poz içimdeki
kahramanın yolculuğudur. Büyük bir coşku ile buyur ettiğim ve bazen yüzleşmenin
zor olduğu ama her seferinde üzerimden büyük bir yükün kalktığı, evrenin bir
parçası olduğumu hücrelerime kadar hissettiren bir yolculuktur bu…
Size
de iyi yolculuklar dilerim. Kemerlerinizi sıkı bağlayın ve ne zaman ki acaba
bir tek ben mi bu hisleri yaşıyorum ve acı çekiyorum diye düşünürseniz başınızı
kaldırın ve usulca bir etrafınıza bakın. Göreceksiniz ki hepimiz benzer
maceralardan geçiyoruz. Bu insan olmanın macerası; kendimizi bulmak için önce
kendimizi yok ettiğimiz maceramız…
Not:
Bu yazı İzmir de Fuarın içinde bir çay bahçesinde tatlı bir esinti altında
Ahmet Kaya’nın ‘Hani Benim
Gençliğim’ çalarken bir orta Türk kahvesi ve bir de sarma sigara eşliğinde yazılmıştır.
Neee, yogacılar sigara da mı içer dediniz? İçer annem bazen içer. Yogacılarda
normal insanlardır, zaafları vardır ve bazen içki de içerler, et de yerler.
Ne oldu hayal kırıklığına
mı uğradınız? İyi siz kalın biraz o duyguyla. Bir sonraki yazım bu konuyla
ilgili olacaktır.
Şimdilik, sevgiyle kalın.
Namaste