Katil Joe'yu hatırladınız mı?
Neyse, Joe'yu henüz tanımayanlar, 'Katil Joe ve Balkan Böreği'
isimli yazımı bir okuyun şimdi, onun üzerine devam edeceğim. Haydi, üşenmeyin,
ben bekleyeceğim sizi söz! Siz bitirmeden başlamayacağım yeni yazıma.
Daha önceden okumuş olan arkadaşlar; ötekiler eski yazıyı
okuyadursunlar, ben biraz dedikodu yapayım sizle olur mu?
Olur tabi, 'olur' dediğinizi duyuyorum. Hepimiz bayılırız
dedikoduya magazine, değil mi ama? :)
Şu an çayım elimde, sabah kalktım, yağmurun sesini dinledim
biraz. Ohh! En sevdiğim hava, serin ve romantik..
Kahvaltımı yaptım. Bir görsen, bende nasıl bir neşe, nasıl bir
coşku; sanki o geçen aylarda onca gerginliği yaşayan ben değilmişim gibi. Yok
Merkür, yok dolunay, yok yüzleş yok bırak, mahvolduk ya hu!
Neyse o duygular geçmiş işte. En sevdiğim -sabah uyan ve dinle-
radyosunu açtım. JOY FM
Ergenliğim ve kolej dönemi alışkanlığım; tüm o romantik şarkıları
dinlerken 'yaa' dedim, 'ortaokul yıllarında, lisede ne çok dinlerdik bu müzikleri,
bu parçaları; Whitney Houston'lar Kyle Minogue'lar, kavuşamayan aşıklar,
mektupla gönderilen öpücükler, ulaşılamayan sevgililer, mutsuz ve ağlayan kadınlar..'
'Ya ne var ki bunda?' diyeceksiniz. Aslında çok şey var..
Bu aralar yine kendime dair düşünüyorum. Ben hep kendime dair düşünürüm,
düşün düşün zordur işin diyeceksiniz şimdi ama olsun, bundan rahatsız değilim.
Düşündüğüm kadar dans da ediyorum, hayattan keyif almayı da bulutlarla konuşmayı
dahi becerebiliyorum! Bu da benim hayat dengem.
Yargılarımı düşünüyorum bu aralar. Bir konu hakkındaki, bir
insan hakkındaki varsayımlarımı, sanmalarımı ya da kafamın içindeki etiketleri
düşünüyorum. Bazıları o kadar derindeler ki, onların yargı olduklarının farkına
bile varamıyorum. Nereden geliyor ve nasıl yerleşiyor bunlar benim zihnime -
daha doğrusu nereden gelmiş ve nasıl yerleşmişler, kim yerleştirmiş?-
bilmiyorum. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü biliyorum ki bunlar benim çocukluğuma
ait kafamda oluşturduğum, doğru kabul ettiğim düşünce kalıpları ya da başka bir
deyişle enerji formları.
Misal; benim beğendiğim erkek tipi o kadar belli bir tiptir ki,
en yakın arkadaşlarım buna uyan birini gördüklerinde mutlaka bilirler o arkadaştan
hoşlanacağımı. Esmer, karakaşlı, kara gözlü ve mutlaka sakallı. Bu kadar. Bu
benim birini fiziksel olarak çekici bulmam için, 'hmmm' diyip dönüp bakmam için
yeterlidir.
Not: Bu şekilde beğendiğim ve 'bu adamlar enerjim uyar' dediğim
hiçbir ilişki doğru bir ilişki olmadı benim için. Bunu da ayrıca belirteyim. :)
Neyse, işte bu özelliklerde bir arkadaş ki bu memleketimizin
erkek ortalamasının %90'ını oluşturuyor, karşıma çıktığında; pardon arkadaşım
burada bir duralım, biz de biraz seçiciyiz heralde, şimdi burada kalbimi size açıyorum
diye pis pis gülmeyin. Beğendik dedik başka bir şey demedik. Herkes hergün
birilerini beğeniyor, illa bir şey olacak diye bir şey yok. Burada karşılıklı
bir analiz yapıyoruz!
Gülmeniz bittiyse devam ediyorum. Son derece bilimsel bir çalışıyorum
unutmayın, ben bir istatistikçiyim, elimde yeterince deneyim ve veri olmadan
bir genelleme yapamam, değil mi ama?:)
Neyse, konuya dönelim. İşte mevzu bu kadar basit!
Bu benim tamamen kafamda oluşturduğum bir yargı. Yakışıklı erkek
nasıl olmalı yargısı. Artık çocukken izlediğim filmlerden mi, babamın gençlik
hallerinden mi, Kadir İnanır'dan mı, nenemin -biz babanneye nene deriz biz- 'kızım,
evleneceğin adamı her akşam yatağına alacaksın, biraz yakışıklı olsun kaşı gözü
güzel olsun' demesinden mi
bilmiyorum; belki de hepsi iç içe geçmiştir.
bilmiyorum; belki de hepsi iç içe geçmiştir.
Ama 'artık' şundan eminim ki; bir adamı sadece bu özelliklerinden
dolayı çok yakışıklı buluyorsam kesin o an benim yargım devreye girmiş
demektir. O anı hissedebiliyorum. Gözüme bir perde iniyor ya da Kenan İmirzalıoğlu
- ki tahmin edeceğiniz gibi kendisini pek beğeniyorum - lenslerimle karşımdaki
adama bakıyorum. Şimdi tüm bu durumu yeterince veriyle deneyimledikten sonra başıma
geliyorsa, farkındalık zillerimi çalıyorlar hemen: 'hooop! yavaş, gel buraya
bacım, mevzuya ve abiye biraz da uzak mesafeden bakalım' diye beni yanlarına çağırıyorlar.
Kim mi onlar?
Katil Joe ve yeni arkadaşı Farkında Leyla.
Onlara geçmeden önce şunu da söylemeliyim. Dedim ya sabah
dinliyorum Whitney Houston'dan aşk şarkısını, şöyle diyor şarkıda:
Ben seni seviyorum ama
Sen beni sevmiyorsun
Ohh yeah ooo yea
Sen yokken ben sensiz neyleyim
Ohh yeah yeah yeeah yeeah
Sen olsan ben tamam olurum
Bıdı bıdı yeaah
Sensiz ben hep eksiğim
Yeah de yeaah ohh yeaahhh
İşte bu şarkılar da bilinçaltımıza sürekli bu mesajları vermiyor
mu?
Bir erkek olmadan bir kadının eksik ve zayıf olduğunu, hayatımızda
bir ilişkimiz yoksa nasıl da kahrolduğumuzu ve mutsuz hissettiğimizi...
Aşk ve ilişki kısmıyla bir derdim yok; aşkı da severim,
erkekleri de. Ama hayatımızın ancak bir erkekle beraber olduğumuzda ya da 'koca
bulduğumuzda' tamamlanacağı kısmıyla bir derdim var.
Çünkü derinlerimde bir yerlerde ben de bunu hissediyorum(dum).
Sanki bir erkek olmadan eksikmişim, içimdeki boşluğu ancak bir
erkek doldurabilirmiş gibi hissederdim. Artık bu hissin altında Allah bilir,
neler var!
Hangi korkular, değersizlik hisleri, anne baba ve toplum baskıları.
Zira tüm bunlar da birer yargı değiller mi? Bir şekilde kadınlara
öğretilen, dayatılan, küçük birer kız çoçuğu iken kulaklarına fısıldanan
masallar, izletilen filmler ve tabi şarkılarla bilinçaltına işlenen.
Biz kim olursak olalım, ne kadar özgür başarılı güzel seksi
spiritüel kadınlar olursak olalım, bu yargının ağırlığını hissediyoruz hayatlarımızda.
Sanırım insanın bu durumda farkındalığını artırması ve kendi içine
bakması gerekiyor. Hele ki biz kadınların bunu kesinlikle yapması gerekiyor. İçimizdeki
kadını bulup çıkartmalıyız ve onu büyütüp, süsleyip püsleyip alana bırakmalıyız.
Kadın enerjimize sahip çıkmalıyız. İçimizde çocukluğumuz boyunca oluşan ve
varolan o boşluğu herseferinde bir adamla, bu adam beni tamamlar diye doldurduğumuzda
- ki hiçkimse bir başkasının boşluğunu dolduramıyor, bu çok ağır bir yük- bir süre
sonra daha derin bir boşlukla başbaşa kalıyoruz. Adam gidiyor; sen de başlıyorsun
o boşluğu ayakkabıyla, çantayla, alışveriş, içki, tatlı, diziyle doldurmaya..
Hal bu ki o boşluğun dibi delik, ne kadar koyarsan koy dolmuyor.
Ta ki o boşluğa kendini koymaya başlayana kadar. Kendine sahip çıkıp, kendine
değer verip, tüm yargılarla, çocukluk yaralarıyla dolu içindeki çocuk-kadını
sarmalayıp, şevkatle ve sevgiyle büyümesine izin verirsen; onunla beraber adım
atarsan yavaş yavaş, bir bebeğin yürümeyi öğrenmesi gibi, sabırla, göreceksin
ki o çocuk-kadın büyüyecek. Kendine güvenen, kendini seven, yaşamı dönüştüren o
gücü kendinde bulacak ve güçlü bir kadın olarak içindeki yerini alacak. Kendi
hissini, duygusunu takip eden, seni de kendi ışığıyla besleyen kadın enerjisini
ve desteğini hissedeceksin.
İçinde bir boşluk olmadığı için de dünyaya ve erkeklere de 'gel
beni tamamla' gibi oldukça ağır bir yükle bakmayacaksın. Biz bilmesek de ruhlarımız,
enerji bedenlerimiz birbirini tanır ve hisseder. Bizden önce onlar iletişim
kurarlar. O zaman senin enerji bedenindeki sevgiyi, tamamlanmışlığı daha farklı
kişiler görmeye başlayacak ve birden hayatındaki her alan değişecek. Bu sadece
aşkta olmayacak. Ailende, iş ilişkilerinde ve her şeyde böyle olacak.
Yaa, işte böyle..
Romantik bir sabahta içimden çıkanlar bunlar. Hal bu ki 'acı
bedeni' ile ilgili bir yazı yazacaktım. Size Farkında Leyla'yı tanıtacaktım ama
anladınız değil mi, benim Leyla'nın kim olduğunu?
Leyla ve Joe bu aralar pek iyi anlaşıyorlar. Pek çok maceraları
var.
Artık onları bir sonraki yazıda anlatırım size.
Şimdilik,
Namaste