Mayıs
ayıydı. Aile dizimi eğitiminin 2. aşamasını henüz
tamamlamıştık. On günlük eğitim şehrin içinde bir inzivaydı.
İstinye stüdyosunda yaptık ve hemen yanı başındaki Koç
Üniversitesi misafirhanesinde kaldık. Stüdyo ile oda arası 5
dakikaydı.
10
gün boyunca stüdyonun kafesinde yedik içtik, bahçede o ufacık
köşede yaratılmış yeşil alanda vakit geçirdik (benim için bir
orman hissi yaratıyordu). İki kere Migros’a gittim. Muz ve Balkan
böreği aldım. İnzivanın son günlerinde artık oldukça yoğunlaşan duygusal, enerjitik ve
fiziksel açılımlarla başedebilmek için kıymalı börek, 5
dakika facebook ve karamelli cheesecake iyi geldi bana. Neredeyse hiç
telefonla konuşmadım, konuşmak istemedim. Ara sıra annemi aradım.
Ben
inzivaları severim. Yalnız kalmayı, bazı zevklerden ve
alışkanlıklardan bir süre mahrum kalmayı...
Karma
felsefesi der ki, her şeyin temelinde hayattaki alışkanlıklarımız,
kendimize oluşturduğumuz o ben
dünyası var - “Ben buyum”, “Ben beyaz peynirsiz kahvaltı
yapamam”, “Ben her gün on ikide uyurum” (bu benim bu arada).
Bunlar hem fiziksel alışkanlıklarımız, hem duygusal hem de
zihinsel. Bu alışkanlıklarımıza (attachment) tutunmak, aynı
zamanda o alışkanlıklardan kendimize bir hapishane yaratmaktır.
Bir konfor alanı yaratmaktır. Ve o alışkanlıklarımızdan
alacağımız zevk (ya da acı) peşinde koşmak, karmamızı
sürdürmemize ya da yeni karmik (samskara) tohumlar ekmemize neden
olur (‘Karma karma söyle bana, ne ettim de başıma bunlar geldi’
içerikli başka bir yazıda bu konuyu daha ayrıntılı
anlatacağım).
Neyse
dönelim mi inzivaya; alışkanlıklara, bağlılıklara…
Son
zamanlarda ‘tepki vermek’ üzerine epey düşünüyorum ve
kendimi gözlemliyorum. Birinin söylediği bir şeye neden bazen çok
sert tepki veriyorum? Kızıyorum, öfkeleniyorum, canım sıkılıyor…
Bir
sabah twitter da bir yazı gördüm: Eğer
bir kişi bir konuda size tepki veriyorsa bu onun karmasıyla
ilgilidir, eğer onun verdiği tepkiye siz de tepki veriyorsanız, bu
sizin karmanızla ilgilidir.
Allahım
dedim, işte aradığım rehberim bu! Bu bana kendimle ilgili çok
şey öğretecek. Bu cümlenin ne demek istediğini tüm derinliği
ile yaşayıp deneyimlersem kendime göre aydınlanma
merdivenlerimden birini aşmış olacağım.
Aile
dizimi eğitimindeyiz. Ben hep aynı yere oturmayı seven bir
öğrenciyim. Odanın sağ tarafında, hocayı iyi görebileceğim ve
sınıfı da tamamen görebileceğim yerleri tercih ederim. Bu
muhtemelen beynimin sağ ve sol tarafının farklı çalışması
yada konsantre olabilmek için hangi gözümle bakmam gerektiğiyle
ilgili bir şey de olabilir ama aynı zamanda çok tutunduğum bir
alışkanlık.
Sınıfta
her sabah düzenleme yapılıyor. Sandalyeler kenara çekiliyor.
Dinamik meditasyonumuzu yapıyoruz ve kahvaltıdan sonra yerlerimize
oturuyoruz. Ben son derece rahat ettiğim bir yeri seçiyorum,
sırtımı tahtalara yaslıyorum. Sandalyemin arkasına defterimi
bırakıyorum. Üzerinde kocaman harflerle ismim yazıyor (Sinsi
sinsi biliyorum ki kendi alanlarını işeyerek belirleyen maymunlar
gibi bu da benim alanımı belirleyecek).
Bir
kaç gün böyle gidiyor. Ohh çok rahatım. Hem akıllıyım, değil
mi? Gizli planım işe yarıyor ve her gün alıştığım ve en
rahat ettiğim yerden izliyorum dersi.
Ama
bu arada bu alışkanlığımın kurbanı olduğumun farkında bile
değilim; ta ki bir sabah benim gibi aynı yere saplanmayı seven bir
arkadaşımla bir tartışma yaşayana kadar…
Sandalyelerimizi
alıyoruz ve o beni biraz kenara itiyor. Burası benim yerim diyor.
Çünkü o da kendi alanına yerleşmek istiyor. O beni iterken (yani
bunlar fiziksel değil elbet, milimetrik şeyler, daha çok
enerjitik) öyle sinirleniyorum ki; cebimde sakladığım ışın
kılıcımı çıkarıyorum ve birden karanlık tarafım olan Katil
Joe ortaya çıkıyor - Korkmayın kılıcım ve Joe sadece içimde
olan bir şey; hani çok öfkelenince birden bir şey kabarır ve
“ulleeeynn” diye birine dalmak istersiniz ya, işte bende de
nadiren de olsa olur, ama dalmam kimseye, üzerine düşünürüm
uzun uzun, en azından son senelerimde bu böyle.
Neyse
benim Katil Joe çıktı ve “Noooluyor arkadaş” dedim. “Burası
benim yerim”. “Haaayır burası benim yerim” dedi. İlkokul
çocukları gibi inatlaştık. “Niye itiyorsun beni” dedim,
“hayır sen itiyorsun beni” dedi.
Ve
itişe kakışa oturduk ama öyle bir öfke çıktı ki benden, yüzüm
kızardı, ateş oldu her yerim ve kendi kendime ne kadar haklı
olduğuma ikna edecek şeyleri sıralamaya başladım.
Niyeymiş
efendim, orası benim yerim, hem ben oraya defterimi koydum, o da
koysaymış, ben akıllılık ediyorum, hem niye ısrar ediyor ki
aynı yere oturmak için, bu saplantı değil mi? Biz kendimizi
tanımak ve alışkanlıklarımızı kırmak için bu eğitimleri
almıyor muyuz? Kendi hayatımızda uygulayamadıktan sonra manası
nedir?
Etrafına
baksa ya: burada oturmasa bir sürü başka insanla irtibatta
olabilecekken, burada kendini kısıtlıyor ve konfor alanından
çıkmıyor… derken benim Katil Joe ışın kılıcımı hoop
kafama attı.
Ve
ben bir an durdum derin bir nefes aldım; ve anladım… Bir
farkındalık anı yaşıyordum.
Ahh
dedim Devrim, sen kendini tarif ediyorsun annem. Senin yaptığın
şeyin onun yaptığı şeyden hiçbir farkı yok ki. Sende olan bir
şeyi sana gösterdiği için bu kadar öfkelendin. Oysaki sen de
aynen böyle davranıyorsun…
Tabi
ki şifa dediğimiz şeyin kendine ait bir zamanı var: Farkındalığın
ruhunun derinlerine ve kalbinin her zerresine inmesi biraz zaman
alıyor. Böyle büyük farkındalıklarla karşılaştığım zaman
yaptığım gibi bir süre sesim soluğum kesiliyor, kendimi izole
ediyorum her şeyden.
Önce
kendimden utanma ve yargılama evresi başlıyor: Nasıl yaparsın
böyle bir davranışı, kendine dair oluşturduğun bir ideal
kişilik var ve o kişi böyle davranmamalıydı. Neyse ki bu
yargılayıcı arkadaşlar fazla kalmıyorlar, onlar da bir nevi
alışkanlıklardan, geçmişte, çocukluktan kalmış düşünce
formları. Ve benim en sevdiğim bilge arkadaşlar geliyor ardından.
Onlar yogi, evrenin kalbi büyük insanları, benim hocalarım,
okuduğum kitaplarım, izlediğim filmlerim, meditasyonlarım. Ve
bana diyorlar ki: Bu çok önemli bir deneyimdi senin için. Çok
büyük bir ders çıkardın ve kendini tanıdın. Bundan sonra bir
insanın söylediklerine bir tepki duyduğunda biraz izle o
tepkileri. Bir şey hissediyorsan, otur üzerine düşün, bu seni
hem rahatlatacak hem de üzerinden bir yük kalkacaktır. Unutma
hepimiz birbirimizin aynasıyız, etrafındaki herkes senin bir
yansıman…
Ertesi
sabah derse girdiğimde odaya şöyle bir bakıyorum ve sağ köşede
bir sandalyeye oturuyorum. Eğitim boyunca konuşmadığım çok
tatlı bir kadın bana hoş geldin diyor, “seninle vakit geçirmeyi
çok istiyordum ama hiç yan yana gelememiştik”. Diğer günlerde
ise farklı kişilerle yan yana oturuyorum.
İçimden
o arkadaşıma bunu anlatmak ve o davranışımdan dolayı özür
dilemek geldiyse de bunu yapamadım. Biraz uzaklaştım ve mesafeli
bir ilişki kurdum. Belki de biraz daha kendimle kalmalıydı bu
farkındalık. Onu bir sonuca bağlamak ya da çözmek gerekmiyordu.
Ben
yeni bir şey öğrenmiştim. Hava çok güzeldi. Migros’a gidip
kıymalı Balkan böreği mi alsam diye aklımdan geçiriyordum.