22 Eylül 2011 Perşembe

Üç Şehir :Berlin,Amsterdam,Paris


Berlin...‘Yüzyıllık Yanlızlık’...

Elindeki kitabı okurken her zaman yaptığı gibi bazen durup okuduklarını tekrar düşünüyor, hayal etmeye çalışıyordu o satırlardaki yaşamları.Bazı cümlelerin altını çiziyor ,sonra tekrar okuyordu.Bu çocukluktan kalma bir alışkanlığıydı.  Daha çocuken,ilkokuldayken bile kitap okumaya ve  kendi kütüphanesini kurmaya başlamıştı. Elbette bunda babasının da etkisi vardı . Yaz tatillerinde ona kitaplar alır, bu kitapların hepsini okumasını söylerdi. Hatta bir defterin olsun kitaplarının özetini de çıkar demişti babası . Hele ki bir yaz “Can Yayınları”nın beyaz bir çanta içindeki çocuk kitapları serisini almıştı babası ona; ‘Şeker Portakalı’, ‘Çocuk Kalbi’, 
‘80 Günde Devri-alem ‘Ne güzel geçmişti o yaz …

Kendisini en çok etkileyen bölümlerin altını çizer ve sayfa numaralarını not ederek yazardı defterine.  Bunu çok severdi çünki  bir süre sonra bu özetleri tekrar okur ve o kitabı okuduğu  dönemde onu etkileyen bölümleri  hatırlar ve düşünürdü ;demek ki o yaşımdayken  bu kelimeler beni derinden etkilermis derdi kendi kendine gülümseyerek .

Ve hatta  seneler sonra çok ani bir hastalıkla vefat eden çok sevdiği bir arkadaşının kendisine verdirdiği ‘Duygu Asena’nın kitabındaki altı çizili bölümleri okumuştu . Sanki başkasına ait mahrem bir şeyi okuyormuşcasına bir suçlulukla  düşünmüştü  hüzünle; canım arkadaşım demek ki seni etkileyen bu cümlelerdi diye ve bir daha o kitabı eline alamamıştı. Kalbi sıkıştı  ve hemen kafasını o anılardan aldı çok üzülüyordu o anları düşünürken …

Aradan seneler geçmiş olsa da hala o not defterlerini saklardı ve bazen hayata karsı yorgun olduğu ,geçmişini ,çocukluğunu düşündüğü zamanlar gelirdi  evine ;  açardı o defterleri ve okurdu yazdıklarını .Kimmişim ,nereden gelmişim ,ne hissedermişim diye arardı geçmişini o satırlarda.Otuz yaşlarında bazen farkederdi ki onbeş yaşında hissettiği bazı duygular hala oradalardı daha masum halleriyle. Şimdi ise daha bir yaşanmışlıkla  hüzünlenir kapatırdı o defterleri. En gizli yerlere koyardı ve belki bir gün çocuklarım da okur bu notları diyerek yeni notlar tutmaya başlardı.
Nerden de geldi aklıma bütün bunlar dedi kendi kendine ve  kitabına geri döndü .
….

“Kolombiyalı mısın?”  diye sordu  adam

 Bir süredir bahçenin ortasındaki kocaman çam ağacının altındaki bankta oturmaktaydı.Elindeki kitabını büyük bir heyecanla okuyordu; ne de güzel anlatıyordu Marquez aşkı kitabında .
Kitaptan başını kaldırıp duraksadığı anlarda karşısında kendisini inceleyen esmer adam  dikkatini çekmemiş değildi elbet .Ama hissini kitaptan ayırmak ,zihnini başka yerlere  götürmek istemiyordu.Yine de oradaki kalışını merakla izleyen o iki kara gözün varlığını hissediyordu.

“Hayır değilim” dedi

“Marquez okuyordun da  sandım ki … “

Gülümsedi usulca…
‘Burada mı yaşıyorsun?” diye sordu adam  heyecanla.
Elindeki kitabı kapatıp çantasına yerleştirdi .

Tuhaf bir şey vardı bu adamda .Yakışıklı sayılırdı .Kırk yaşlarındaydı . Kırk yaşın bir erkeğe getirdiği olgunluk ve hoşluk hali vardı üzerinde. İngilizceyi garip bir aksanla konuşuyordu. Siyah gömleğinin üst düğmelerinden biri kopmuştu.
Niye dikmemişki diye geçirdi kafasından .


“Yolculuk yapıyorum.Bir kaç gün kalıp Paris e gideceğim “

“ Parise ilk gidişin mi olacak ? Ben orda uzun süre yaşadım” dedi coşkuyla adam konuşmayı devam ettirmek için bir yol bulduğuna sevinerek.

“Evet ilk gidişim olacak .Tam olarak nereye gideceğimi bilmiyorum ama yine de gideceğim “dedi kadın .

“Bende bir sürü harita ve kitap var Parisle ilgili. İstersen sana verebilirim.Hem biraz bilgi de veririm Paris’i tanıman için.’

“Olabilir.” dedi kadın neden olmasın diye düşündü.

“Evim çok yakın , gidelim  mi? Hem birer kahvede içeriz orada. Ne dersin ?”

“Gidelim “dedi kadın

 Yardımsever bir hali vardı adamın bir taraftan  ama huzursuz ifadesi ,kısa , kesik konuşmaları kadını tedirgin etti.
Yine de onunla beraber gitti.
Bilinmez bir yere doğru giderken biraz da macera arayışımıydı bu acaba?

Belki de geçliğinin etkisiyle, düşünmeden başına gelebilecekleri hiç tanımadığı bu şehirde hiç tanımadığı bu adamı takip etti usulca…




11 Eylül 2011 Pazar

Malatya Notları 3 : Ölü çocuklar…Çocuk mezarlığı…


- Ölü çocuklar…  Çocuk mezarlığı…
 Buraya geldiğimden beri sabahları saat 6:30 da uyanıyorum.Aslında sabahları erken uyanan biriyim ama bu kadar erken değil. Bu saatler bilincimin henüz açık olmadığı ,rüya ile bilinçaltı arasinda  kaldığım saatler daha çok…Kafamda düşünceler dolanıyor.Uyanmakta zorluk çekiyorum ama uyumak ta mümkün olmuyor…Pencereden sızan güneş o kadar parlak ki,uyanmamak mümkün değil…
 Dışarı çıkıyorum dedemin evinden yani eskiden dedemin evi olan ama şimdi yeniden yapılan evinden…Geldiğimden beri pekçok köy gezdim hep aynı görüntü ;eksi yıkık  taş evler ve onların karşısına yapılmış yeni evler…  insanlar yeni evlerini eski evlerini görecek şekilde yapmışlar,  eski anılarını ,yaşantılarını  her an görerek her an düşünerek oturuyorlar o evlerin önlerinde. Hep bir hüzün var yüzlerinde, hep uzun uzun bakakalıyorlar o yıkık taşlara ; çoğu seneler önce göç etmişler  yada ettirilmişler buralardan;bazıları ekonomik bazıları politik sebeplerden  ve şimdi çoğu geri dönmüş buralara; anımsamak için  geçmişlerini, belki  kalan ömürlerini geçirmek için ve belki de ölmek için…
Dedemin şimdiki evi  farklı olsada o evdeki hislerim aynı ,o evde çocuktum ben ve şimdi hala çocuğum…Ve ben de çocukluk anılarımın peşindeyim, o anılarla yüzleşmeden bir çocuktan bir kadın olamayacağımın bilincindeyim…
Annemin çiçeklerine bakıyorum o kadar güzeller ki, benim de çicek sevdam annemden geçmiş bana belli diyorum içimden gülümseyerek annemi izliyorum o çiceklerle uğraşmasını onları tek tek sevmesini sanki çocuklarını sever gibi …
 Dedemin kayısı ağaçına bakıyorum. Tek bir tane vardı evin yanında hala duruyor orda direnerek tüm bu zamanlara ,tüm geçmişe ve anılara.Onun dallarına çıktığımızı hatırlıyorum,dedemin o ağacın üzerine yerleştirdiği arı kovanlarının  etrafındaki arıların vızıltısı geliyor kulağıma ve hatta bir yaz kardeşimin tam kaşlarının arasını bir arının soktuğunu ve gözlerinin balon gibi şiştiğini bile görüyorum orda.
 Etrafa bakıyorum  ve yürümeye başlıyorum ,bugün buradaki ilk sabahım. Evin arkasındaki diyara yürüyorum .Diyar dediğim bir ucunda kayalıklar olan ve aşağıdan geçen yolu,  bahçeleri ve çılız akan ırmağı gördüğümüz açıklık bir alan.Bir telefon direği vardı kayalıkların orda ve o telefon direğine taş atıp o telefon tellerinden çıkan garip sesi büyük bir coşkuyla dinler o tellere konan kargaları kovalamaya çalışırdık.
Nenemin bize Kürtçe anlattığı masalları güneş  batarken burda dinlemekten çok hoşlanırdık.Dinlerken o masallari bir taraftan  doğada oluşmuş şekillere uzun uzun bakar kendi masal kahramanlarımızı o şekillerde bulmaya çalışırdık. Hepsi birden karanlık çökerken yavaş yavaş belirmeye başlardı sırayla ; karşıki dağlarda o tek başına duran armut ağacında ,usul usul akan çeşmede  ya da gökyüzündeki bulutlarda…
Devler, prensler ,kurtlar tarafından kaçırılmış evin üç kızı ve hiç aklımdan çıkmayan bir efsaneyi ;kardeşini öldürdükten sonra pepuk kuşuna dönüşen ve her akşam onun ağıtını yakan çocuğu hem korkuyla hem de ölen çocuk için duyduğum derin üzüntüyle  dinlerdik…

Pepuu
Kekuu
Ke qir?
Mın qir
Ke kuşt?
Mın kuşt
Ke şuşt?
Mın şuşt
Ah! ah! Ah!

Ve nezaman ki gökyüzü kapkaranlık olurdu ,sadece ışıl ışıl yıldızlar kalırdı koşarak eve giderdik.Nenemin çok sevdiği kasetlerden onun çok sevdiği türküleri dinleyerek  ,nerdeyse her seferinde Davut Sulari"nın "Bugün Bayram Günü Derler "türküsüyle  uyuyakalırdık ertesi sabaha uyanmak için çocuk coşkumuzla...
 Dağlara bakıyorum ;her taraf dağ ve sarı otlarla dolu. Ayaklarıma batan dikenleri birtarafa itiyorum usulca.Diyara geldiğimde yani o yokuşun tepesine geldiğimde  çok uzun süre buranın rüyalarımda düşmekten korktuğum yer olduğunu hatırlıyorum aniden ama o kadar yüksek ve o kadar korkutucu görünmüyor gözüme artık nedense..Yola doğru bakıyorum dedemin bahçesini görmek için .O bahçeden geriye sadece otlar kalmış ve birkaç ağaç…Halbuki dedemle o bahçeye gidip ağaçları suladığımızı ,bostandan salatalık ,domates koparıp beraberce eve gittiğimizi anımsıyorum..
Arkamı dönüp o çok iyi tanıdığım ama artık nedense bana daha küçük görünen o toprakları yürüyerek geçiyorum.Ve yürürken birdenbire sanki  önümde yürüyen başka biri varmış gibi hissediyorum .Koşuyor ,ben de arkasından…
Küçük bir kız,evet bu benim çocuk halim .Neşe ile koşuyor ,
dur diyorum dur, bekle beni…O ise arkasına bakmadan koşuyor..
Ve ne zamanki mezarlığa yaklaşıyoruz orada duruyorum aniden  gözlerim doluyor.Önce çocuk mezarlığını görüyorum.Çocukken burda oynardık …
Bebek mezarlarına bakıp ,yazık ,ne kadar küçükler derdik,ellerimizle ölçerdik o mezarları  bazıları üç karış bazıları ise sadece iki karış olurlardı, ama kabullenmiş bir şekilde oyunlarımıza devam ederdik.Sanki o mezarlıkta oynarken o ölmüş çocukları da aramıza oyunlarıma katardık.
Ama şimdi burda olmak bana huzursuzluk veriyor. Bakmak istemiyorum o otlarla kaplanmış ,kararmış mezar taşlarına.
Kayıp duygusu geliyor yüreğime  oturuyor ,başedemiyorum o duyguyla o küçük kız gibi…
Ben mezarlara bakarken çocukluğum koşarak uzaklaşıyor benden  ,yanlız bırakıyor beni ruhumdaki tüm duygularla…



Pepuu’
“Kekuu” (baba)
“Kim yaptı?“
“Ben yaptım” 
’Kim öldürdü?’ 
’Ben öldürdüm’ 
’Kim yıkadı?’ 
’Ben yıkadım’
“Vah! Vah! Vah!”

ttp://www.hakkarim.net/cgi-bin/veriler.dll/2901/Hikaye/pepuk-kusu-efsanesi#ust